24 Ağustos 2009 Pazartesi

SÜVARİ

Soğuk ve uzak yıldızların
Sessiz çığlıkları
Hiç ulaşmadı bana
Öksüz çocukların
Sahipsiz bedenleri
Hiç yaşamadı
Anne sevgisini

Seni
Hiç tanımadım
Tüm konuşmalara karşın
Sahanında akşamın
Zamanı pişirdim

Yelesiz bir at gördüm
Rüyamda
Üzerinde sen oturuyordun.

MAVİSİZLİK

Akıp gidiyor koyusu mavinin
Ve sularda
Ve gemilerde bir uğultu…
Kara sayfalar dağılıyor
elden ele…
Elden ele uzuyor bir soluk.
Kopup gidiyor gecenin bir parçası
Kuşluk vaktine karışıyor…
Açık bir mavi
-belli belirsiz – bağırıyor...
Duyan yok…
Sağır oldu tüm kulaklar,
Gözler ama…
Gece hiç olmadığı kadar karanlık
Ve mavi diye bir renk yok artık!

KULENİN ETRAFINDA

Ve beşimiz kulenin etrafına toplandık.
Hırslarımız, ihtiraslarımız, iyiliğimiz ve kötülüğümüzle...
Savaşlar topladık melez tarlalardan...
Yaratılış ölmüştü, biz geldiğimizde
Ve biz onu baştan yarattık.
Kana kan, ete et koyduk
Ruhumuzu üfledik gözlerine...
Tüm Tanrıların gözlerine bakarak
Yaratılışı yeniden dirilttik,
Tek bir Tanrıya inanarak...
Ve biz beşimiz kulenin etrafına toplandığımızda
Tek bir şarkıyı çaldık
Bedenimizdeki ürpertilerden geçirerek notaları,
Akıtarak parmaklarımızdan, hatırladık.
İşte o zaman karanlık
Aydınlanarak silindi aklımızdan
Ve biz beş küçük tanrı
İnsanlığı kurtarmak için geldik.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yedi Renk Ve Yedi Günah

Bugün Gökkuşağının
Yedi rengi de soldu.
Yedi günah
Dünyanın atmosferinde
Sinsice Soluyordu.
Sabahın saat
Yedisinde kabuslar
Yedisinde sirenler
Yedisinde sorular
Yedisinde oluyordu her şey.
Gökkuşağının yedi rengi
Bir çiçek gibi
Kurudu, soldu.
Yedinci ayın, yedisinde
Akşamlar beni buldu.
Yedi gece açıktı gözlerim
Yedi gece
Karanlıkta yankılandı sözlerim.
Yedi renk soldu diyorum.
Yedi günah soluyor.

Şizofrenin Romantizmi


Sana Ay’ın
En güzel Kraterinde
Gönül sofrası kurdum.
Kadehlerimize kan doldurdum,
Gönlümün en temiz kuyusundan…
Pıhtılaşmasın dikkat et!...
Tabağındaki yürek,
Atar, atar ölene dek.
Sana verdim kalbimi
Bana kadavram kaldı…

***

Aşk sığmaz bu pakete.
Parçalara ayırmalı onu,
Parçalandıkça çoğaltmalı aşkı!
Ben, sen, o! Biz, siz, onlar!
Sonra da kalanları
Buzdan bir dolabın
Takırdayan soğuğunda
Sonsuzluğa bırakmalı…

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Discordia


Uyandın,
Rüzgarın yüzüne çarptığı
Bir rüyayla…
Kapadın,
Tüm acımasız kapılarını
Dünyaların…
Ah Discordia!
Ölüme gebe bir kadınsın.
Savaşlar çıkaracaksın
Bembeyaz bacaklarının arasından…
Kederle ağlayacak gök
Ve yarılacak toprak şah damarından.

Gök gürültüsü, yıldırım,
Parçalar mekanı ansızın.
Kaç buradan silahşor
Hiç yok zamanın…

15 Ağustos 2009 Cumartesi

On Üç


I. Akşam oldu,
KARANLIK yaklaşıyor.
II. Geliyor,
Gözlerimde kara bir duman.
III. Kelimeler,
Kilitlendi, duyamıyorum.
IV. Sabah,
Sonsuz uykusuna daldı.
V. Kaçış,
Basamakları hızla tırmanıyor.
VI. Fısıltılar,
Geceyi biçimsizce sarıyor.
VII. Uyanıyor,
Karanlığın kızı gece.
VIII. Sarsıntı,
Ruhunda, yersizce.
IX. Esiyor,
Islığında azgın rüzgar.
X. Yürüyor,
Siste, sessizce kaldırımlar.
XI. Uzaklar,
Yakınlarda uğulduyor.
XII. Seslerinde,
Hüzün, kör kanaryaların.
XIII. Kanatlanıyor,
Hikayesi akşamın,
ALACAKARANLIĞIN.

14 Ağustos 2009 Cuma

Rüya Tarlaları


Tek gece, bin gece, hep gece…
Bitmez bir mırıltı olur dudaklarda her hece…
Parçalara dağılır, ansızın,
Üzerlerine yağar rüya tarlalarının.

Yıldız yıldız yağar karanlık…
Her tanesi
Geceyi giyinmiş kardır.

Uykular yetişir, büyür, çoğalır…
Rüyalar yeşerir, goncalanır…
İsli koridorlarında zamanın
Çığlıklar atan bir kadın,
Kabuslar kusar gözlerinden…

Gölgelerde, gölgeler, gölgeler kımıldanır.
Kara bir gül doğar, kanayan topraktan.
Ay’ı tükürüp atar bedeninden gece.
Düşlerin hüküm zamanıdır.

Rüya gibi sarı,
Rüya gibi mavi,
Rüya gibi kırmızı,
Rüya gibi yeşil,
Rüya gibi bin bir renk
Patlar sonsuz gök…
Parçalara dağılır.
Her parçasında trajik bir karnaval yaşanır.

Geceyi giymiş bir adam çıkagelir…
Sarı pırıltılarını dağıtır, serper, yağdırır…
Kum olur, çöl olur, yas olur, yaş olur…
Kaybolur gerçeklik, kör olur.

Körebe oynar insan,
-çarparak boz duvarlara-
Arar kendi cesedini…
Gecenin ötesindeki diyar
usulca mırıldanır...
Rüyalar


lır
gökyüzünün aynasından.
Sis kaplar etrafımızı.
Bir adam
- düş kokulu -
süzülerek yaklaşır
zamanın aralığından,
üzerinde karanlıklar...

Rüyaların Lordu



Yedi ses yankılandı dünyada...
Biri rüyalara hükmetti.
Karanlığa büründü bir adam,
upuzun boylu, bembeyaz tenli...
Üzerinde rüya kokusu.
Düşlerle seviştik geceleri...
Durdu bir yerlerde, bir zaman.
Gözlerimizde minik, sarı pırıltılar.
Kim koydu bu kum taneciklerini oraya?
Kimdi bu düşleri başlatan?
Sen morpheus!
Rüyalara hükmeden!
Karaları giyen adam...
Bize fısıldadıkların nedir?
Nedir rüyalarımızda hatırladığımız,
uyandığımızda unuttuğumuz sırlar?